Sana Muska mı Yazayım?
Hayat dediğimiz şey, çoğu zaman bir dert dinleme ve dert anlatma döngüsüdür.
Kimi zaman kendimiz çözümler ararız, kimi zaman başkaları bizden çözüm ister. Özellikle biraz tecrübe edinmiş, birkaç kitap karıştırmış, birkaç tokat yemiş biriysek, çevremiz hemen bizi “bilge” ilan eder.
Ne var ki, bu danışmaların çoğu samimi bir öğrenme isteğinden değil, aslında içten içe kendi bildiğini onaylatma arzusundan kaynaklanır.
Bir kişi hasta olur, doktora gider ama doktorun verdiği tedaviyi yetersiz, gereksiz ya da fazla bulur.
Psikoloğa giden biri, önerilen yolları “bana uymaz” diye rafa kaldırır.
Çocuğunun davranışlarıyla baş edemeyen bir anne-baba, eğitimciden yardım ister ama eve döner dönmez yine eski yöntemlerine geri döner. Çünkü zihin sorgulamadan, kalp de güvenmeden kabul etmez hiçbir çözümü.
İşin kötüsü, bu tür insanlar sonunda yardımı değil, sadece teselliyi arar hale gelir. “Bana bir çare bul” der ama hiçbir çözümü istemez. İğne istemez, hüzün, ağrı, hap istemez, acı istemez ama iyileşmek ister. Sorunu olan çok, ama çözüme razı olan az. Bu da gösteriyor ki, derdin çözümünde en büyük engel, bazen sadece bizim beklentilerimiz ve ön yargılarımızdır.
İşte böyle bir durumun mizahi ama düşündürücü bir örneği, Erzurumlu bir teyzemizin doktorla yaşadığı şu tatlı fıkrada ortaya çıkar…
Zaman Odur ki
Erzurumlu yaşlı bir teyze, yıllar boyunca sağlığına pek dikkat etmemiştir. Yaşlandığında ise türlü rahatsızlıklar peşini bırakmaz. Defalarca hastaneye gider, farklı doktorlara görünür, ama ilaçlardan, iğnelerden usanmıştır. Artık ne hap yutabiliyordur, ne şurup içebiliyordur. Son çare yeniden doktora gider ama yine bin bir şartla:
— “Evladım,” der doktora, “bana hap virmeyesin, onu yutamirem. İğne hiiç virmeyesin, ondan çok korkirem. Şuruplar acı, içemirem. Ona göre bana ilaç yazasın, olur mu?”
Doktor hafifçe tebessüm eder ve şöyle cevap verir:
— “Ezem, benim üç yaşında bir kızım var. Ona soruyorum: ‘Evlenecek misin?’ ‘Hayır baba!’ diyor. ‘Peki kocasız duracak mısın?’ ‘Hayır baba!’ diyor. Ah benim teyzem! O olmaz, bu olmaz diyorsun. Ben ne yapayım? Sana muska mı yazayım?”
Fıkradan Anladıklarımız.
-
Danışmak, dinlemek değildir; dinlemek, anlamaya çalışmakla başlar.Sadece akıl almak yetmez, onu uygulamak gerekir.
-
Uzmanlara başvurmak yeterli değildir, uzmanların önerilerini uygulamak esastır.
-
Kendi bildiğini onaylatmak için akıl soranlar, aslında değişimi istemeyenlerdir.
-
Çözüm talep etmekle, çözüme açık olmak aynı şey değildir.
-
Bilgiye değil, bilgiyi kimin söylediğine göre hareket etmek, aklın düşmanıdır.
-
Gerçek tedavi, hastalanmadan önce başlamalıdır.
-
Kendine bile dürüst olamayan biri, çözüm yollarında dürüst davranamaz.
-
Önyargı, tedavinin en büyük düşmanıdır.
-
Zihni kapalı olanlar için en iyi reçete bile boştur.
-
Eğitim ve sağlıkta “hoşuma gitmedi” diye bir bahane olmaz. Gerekli olan, doğru olandır.
-
Sürekli bahane üreten kişi, çözümden kaçandır.
-
Şifa aramak isteyen acıya da sabra da razı olmalıdır.
-
Tecrübeye kulak asmamak, aynı hatayı tekrar ettirir.
-
Güven yoksa, tavsiye işe yaramaz.
-
Danışan ama uygulamayan kişi, yolda yürüyormuş gibi yapar ama aslında yerinde sayar.
-
Toplumsal olarak uzmanlara değil, tanıdıklara kulak vermek, gelişimin önünü tıkar.
-
Duygusal tepkilerle mantıksal süreçler yönetilemez.
-
Modern bilgiye sırt çevirmek, kendini kandırmaktır.
-
Kendini iyileştirmek istemeyen kişi, başkasını suçlamaya meyillidir.
-
Çözüm istemeyen kişi için en doğru yol bile “ters” gelir.
Metin KOCA
